Achille S. D'Artagnan
Mesaj Sayısı : 28 Kayıt tarihi : 20/01/12
| Konu: D'Artagnan, Achille S. Cuma Ocak 20, 2012 6:35 pm | |
| Ad-Soyad: Achille S. D'Artagnan Kişisel Özellikler: Kibar bir beyefendi gibi davranır. Onu bilen insanların aklına ilk gelen sözcük grubu 'buz kalıbı'dır, ki gerçekten de bunu hak eder. Samimi olmadığı insanlara sanki karşısında şeffaf pleksiglas bir duvar varmış gibi davranır. Onu tanıyan insanların aklına ilk gelen sözcük grubu ise 'özgün ruh'tur. İstediği Meslek; Tanınmış Kişi / Piyanist Örnek RPG: - Spoiler:
Genç adam başını 'gel' anlamında salladı ve normal tonlarda çalmaya başladı. Bakışları dimdik ileriye sabitlenmiş, ellerine hiç bakmadan, sanki tamamıyla başka bir yerdeymiş gibi. Kedi gibi usul adımlarla genç adama yaklaşan kız, adamın oturduğu taburenin birkaç adım gerisinde durdu. Rahatsız etmenin tereddütünü taşıyan bir ses tonuyla konuştu.
" Çalarken neler düşünüyorsun? Ve ayrıca, neye bakıyorsun öyle dimdik, gözlerini sabitlemiş vaziyette? Yani, başka bir deyişle, nerelerde dolaşıyor aklın, ellerin tuşların üzerinde ileri geri gezinirken? "
Piyanistin notaları sanki o bir robotmuş da güç kaynağı kısa devre yapmış gibi birden bire kesiliverdi. Çalmaya başladığı zaman, hiç kimsenin, hiçbir şeyin sesini duymak istemezdi. Duyduğu anda ise tuşlara o sesten önce hissettiği büyüyle dokunamazdı. Parmaklarının aynı ölçüde sevgi ve özenle dokunamayacağına inanır ve o beste orada biterdi.
" Bugün şahaser bir ülkeye düştü yolum: Saçları güzel kokulu kadınlar var, her taraf ışıklar içinde ve kaplanlarla dolu. "
Her ne kadar çalmayı kesmiş de olsa pozisyonunu değiştirmemişti. Dolaşıp duruyordu o. Ve her defasında yeni bir yerde oluyordu. Londra'nın merkezinde, taşranın orta yerinde bir trende, insanın göbeğine kadar karlara gömüldüğü bir dağda, sütunlarını saydığı ve çarmıhtaki İsa'nın yüzüne baktığı dünyanın en büyük kilisesinde... Dolaşıp duruyordu. Kilisiler hakkında ve karlar hakkında neler bilebildiğini anlamak zordu, ve kaplanlar, ve... Hiçbir zaman bu yerlerin neredeyse hiçbirine gitmemiş, görmemiş, kokularını duyumsamamış, havasını solumamıştı. Sahiden de neredeyse hiçbir zaman. Yine de sanki onları görmüş gibiydi, bütün o gezdiği ve anlattığı yerleri. Genç adam, kendisine " Ben bir defa Moskova'dayken..." dediğiniz zaman hemen şu ve şu bahçelerde gezip gezmediğinizi ve tam şurada ya da burada yemek yiyip yemediğinizi soran birisiydi. Her şeyi biliyordu. " Orada hoşuma giden şey Shumansky'de voltalayarak güneşin batışını beklemek ve eşekli köylüler geçerken yukardan onlara bakıp el sallamak." derdi size. Sırtı hala genç kıza dönüktü. Celestine. Kızın gerçek isminin mi bu olduğunu yoksa genç adamın alkol aldığında ortaya çıkan fransız aksanını fark ederek bu ismi bilinçli olarak mı uydurduğunu bilmiyordu Achille. Sonuçta melek&şeytan temalı bri partide şeytan olan bir kızdı değil mi? Ne olursa olsun genç adam için pek fark etmezdi. Hayal gücü bakımından bu kadar derin bir adamın kadınlara gelince bir o kadar sığ olmasına şaşırıyordu insanlar, fakat tek sorunları gördüklerini yorumlamadaki eksiklikleriydi. Aşırı bir derinliği, sığlık olarak görüyorlardı. Oysa o benliğindeki Avrupa felsefesini benimsiyordu. Fransız olmanın doğasından gelen içgüdü. Öncelikleri şarap, kadınlar, müzik ve... Aslına bakarsanız hepsi bu kadardı. Yani şarap, müzik ve kadınlar... Doğrusunu söylemek gerekirse, ‘kadınlar ve kadınlar’ seçeneğini tercih ederdi fakat ne benliğini kaplamış olan müzikten ne de bağımlılık reddesinde haz aldığı şaraptan vazgeçemiyordu. Celestine de bugün bu yüzden oradaydı işte. Genelde bakışlarını bir saniye bile olsun ayırmadan şuh bir şekilde gözleriyle insanı yiyen ve genç adamda sadece acıma hissi uyandıran tiplerin aksine genç adamın onu fark etmesi için, onu etkilemek için bir şeyler yapmış, çaba göstermişti. Genç adamdan mesaj almasının sebebi buydu, adresi, sadece o kadar. Narin vücut yapısını tamamlayan ipeksi kahverengi saçlarının nasıl ritimli savrulduğu geldi genç adamın gözünün önüne. Zorlanarak bu görüntüyü kafasından çıkardı, mavi kedi gözlerinin şu an onun sırtına dikildiğini biliyordu.
" Sigaran var mı? "
Birbirine çarpan makyaj malzemesi plastiklerinin, kayan bir anahtarın sesi duyuldu. Sorusunun üzerinden otuz saniye geçmemişti ki sağ omzunun üzerinde bir sigara belirdi, Davidoff. Hafifçe gülümseyerek sol eliyle aldı sigarayı, biçimli dudaklarının arasına sıkıştırdı. Sönük. Ve başladı. Tuşlara dokunmaya başladı. Tuşlara dokunuyordu ve giderek sahiden çalmaya başlıyordu. Çılgınca bir ustalıkla çalınan bir parça duyuldu, sanki dört elle çalınıyormuş gibi. Piyanodan çıkan ses dikey ve siyahtı, başka bir dünyadan geliyordu. Her şey vardı içinde: aynı anda her şey, bütün dünyanın müziği. Çalmak ne kelime, bir cambaz. Bir akrobat. 88 tuşlu bir klavyede yapılabilecek her şeyi yaptı genç adam, yarım dakikadan fazla sürmeyen bir sürede. Çılgınca bir çabuklukla. Bir tuş atlamadan, kılını bile kıpırdatmadan. O çaldığı müzik filan değildi, büyücülüktü, tam bir sihirbazlık. Finalde sanki yüz tane elin çaldığı müthiş yoğunlaşmış akorların boşalmasından sonra aniden bitiverdi. Genç adamın sırtı dikleşti. Piyano her an patlayabilirdi sanki. Çıldırtıcı bir sessizlik odaya hakim olmuştu. Genç adam, ayağa kalktı, Celestine'in verdiği sigarayı dudaklarının arasından tekrar sol eline aldı. Biraz öne doğru uzandı klavyenin üzerinden, ve sigarayı piyanonun tellerine yaklaştırdı. Hafif bir çıtırtı. Sigarayı geri çekti, yanık olarak. Genç kıza, geldiğinden beri ilk defa, yüzünü dönerken elindeki sigaradan bir nefes çekti. Ağzından ve burnundan çıkan duman gelişigüzel bir şekilde dağılırken gözlerini kızınkilere dikti.
" Denemek ister misin? "
"Piyano çalmayı mı, dudaklarında ki sigarayı mı yoksa senin gibi havalı bir şekilde piyano telleriyle sigaramı yakıp arkaya dönmeyi mi?”
Kız hafifçe gülümserken genç adamın suratı ifadesizdi. İçten içeyse son şıkkına gülmüştü söylediklerinin, havalı. Genç adamın doğasında olan bir şey yadsınamazdı, bunu yaptığı için yani. İç güdülerinden gelen bir şeydi bu. Elini yavaşça yanındaki boşluğa vurdu. Artık oyalanma da gel çal, dercesine. Fakat kızın bir heykel gibi olduğu yerde durduğunu görünce ayağa kalktı ve kıza yöneldi. Gerçekten de bir heykel olabilirdi. Kızın arkasına geçip ellerini ince omuzlara koydu ve piyano sehpasına yönlendirdi onu. Oturdu kız. Eski Yunan’dan kalma o zamanın güzellik anlayışına uygun beyaz heykellerden bahsetmiyordu ama. Dünya yıldızlarının balmumu heykellerinin sergilendiği bir müzedeki bir heykel gibiydi daha çok. Çocuksu mu kadınsı mı olduğuna bir türlü karar veremediği güzel yüz hatları, biçimli ve kalın dudakları ve hiçbir özen gösterilmemiş ama yine de hoş duran saçlarıyla. Genç adam içinde oluşan o saçların arasına parmaklarına geçirme düşüncesini beyninin gerilerine itti. Gerçi bütün kadınlar heykellerdi, genç, yaşlı, bakımlı, bakımsız hepsi. Ama hepsinde çatlaklar vardı. Uzaktan muhteşem görünenlerin bile, işte onlar bu balmumu olanlar oluyordu, yanlarına yaklaştıkça o kadar mükemmel olmadığını, yer yer çatlamış, soyulmuş olduğunu görüyordunuz. O çatlaklar ruhlarının o güzel bedenlerden fışkırdıkları yerlerdi işte, dış görünüşlerinin altında yok etmeye çalıştıkları özleri. Genç adam kollarını kızın omuzlarından aşağı doğru kaydırdı, teni onun tenine değdiğinde ise refleks olarak daha da yumuşaklaştı dokunuşları. Parmaklarını kızın parmaklarının üzerine yerleştirdi ve çenesini ince mavi gömleğinin üzerinden sağ omzuna yasladı. Piyanodan yükselen notalar sönüktü. Fırtınadan önceki sessizlik, o hafif uğultu gibi. Havada bir şeylerin olmasından önceki o gerginlik vardı, bir şeylerin beklentisi odayı sarmıştı. Klimanın bunaltıcı etkisinden kurtulmak istemiş ve camı açmıştı genç adam kız gelmeden önce. Hava soğuk değil, nemliydi. Yaz ışıltılarını hatırlatan çiçek kokuları asılıydı havada. Belki de kimi dallarda asılı, kimi yere dökülmüş ve çürümüş elmalardan veya henüz olgunlaşmamış siyah eriklerden geliyordu koku. Normaldi, bu çevrenin alışılmış ve ferah kokusu,odayı doldurmuştu. Rengarenk şifonlarla kaplı bir gezegende gibiydiler şu an. Her şey uçuşuyordu. Fiziki anlamda sadece odanın açık sarı perdeleri, ama bunun dışında kendi ruhlarını da uçuşuyormuş gibi hissediyordu genç adam. Önünde oturan ve tuşlara hafifçe basmaya devam eden ellerin sahibinin kokusunu taşımasına gerek yoktu rüzgarın, zaten en fazla üç santim yanındaki saçlardan ve ince boyundan buram buram geliyordu kızın kokusu. Koku ciğerlerine dolup adamı mest ederken daha derinine çekip akciğerlerine hapsetmek istedi kokuyu. Koyu ve açık gri dikey şeritleri olan diz üstü bir şort giymişti genç adam, açık gri şeritlerin üzerinde de çok daha ince beyaz şeritler ekose yapıyordu. Beyaz yakasız bir gömlek giymiş, üstüne de çok uçuk pembe bir ceket geçirmişti. Ve onu birkaç kez görenlere tanıdık gelecek bir biçimde gömleğin ve ceketin kolları dirsek hizasına kadar kıvrılmıştı yine. Başını hafifçe sola çevirince burnunun ucu genç kızın boynunda tam kulağının başladığı noktaya değdi. Kızın ürperdiğini fark ederken notalar duraksadı, belli belirsiz ve kesik kesik üç beş nota duyuldu genç adam burnuyla kızın teni arasında yarım santimden az bir mesafe varken. Kızın tenini yalayan nefesleri kulak hizasından boynuyla omzunun birleştiği noktaya kayarken kışkırtıcı kadınsı kokunun beynini ele geçirmesine izin verdi. Hava zerreciklerini ele geçiren parfümün yoğun kokusu, yüreğin karanlık köşelerindeki gizli sırları sarhoş eden tatlı-ağır esansına yakındı. Notalar tamamen kesilmişti, piyanodan çıt çıkmıyordu artık.
“ Hayatın sırrı her zaman öleceğin gerçeğidir. Senin notaların gibi. Bunun için de kendimizi eğlendiririz. Kurallar ve yasaklar ile yaşamaz ve istediğimizi alırız. İstediğimiz zaman… Ve Angel güzel bir seçim.”
Kalp atışları hissedilir derecede artan kızın aksine, bunu hissedebilmesi doğaldı, şah damarının bitişiğinde durduğuna göre, genç adamda hala hiçbir değişim yoktu. Oldukça kayıtsız gözüküyordu. Kız cevap veremedi ya da vermedi, genç adam birinci seçenek olduğunu biliyordu ve biçimli dudaklarının uçları yukarı doğru kıvrıldı. Parmaklarıyla kızın parmaklarına hafif bir baskı uyguladı piyanonun başında olduğunu hatırlatmak için. Bir öncekinden daha baskın ve hissedilir notalar kaymaya başladı parmaklarının arasından. Sol elinin parmaklarını kızınkilerin üzerinden çekerek baş ve işaret parmağının tersiyle kızın çenesini yukarı kaldırdı. Daha sonra eli daha yukarı kaydı, baş parmağını kızın elmacık kemiğinin başlağını noktaya koydu işaret parmağınıysa varla yok arası bir dokunuşla burnundan dudaklarına, oradan da çene çukuruna kaydırdı insanın içini gıdıklayan, baştan çıkarıcı bir şekilde. Orta parmağıysa hala kızın çenesinin altındaydı, işaret parmağıyla beraber bir mengene görevi görüyorlardı. Elleri altındaki ateş gibi yanan tene dokundukça oldukça iyi tanıdığı bir duygu parmak uçlarından bütün vücuduna yayılıyordu. Yüzünü tekrar kıza çevirmişti. Şimdi karşısında sadece bu genç kız vardı. Gözleri onun gözlerinden aşağıya doğru kaymaya başladı, dudaklarına.
“ Başını bu şekilde dik tutmalısın. ”
Genç kız gözlerini kapatıp açmış, dudaklarını genç adamınkilere kısa bir süre sürtüp dudak balmının tadını bırakmıştı dudaklarında. Geri çekilip bir süre adamın ifadesiz yüzüne baktı, bir şeyler çıkarmaya çalıştığı veya beklediği belliydi. Ne var ki genç adam o kadar da yaşlı olmamasına rağmen bu işleri ve ne yapması gerektiği biliyordu. Bıraktı suratı kayıtsızlığını korusun..Genç kızsa bundan cesaret alarak, aslında pek cesaret alınacak bir durum değildi ama adamı biraz önceki davranışlarıyla değerlendiriyordu herhalde, sağ elini adamın ensesine yerleştirerek bu sefer düzgün bir öpüşme için genç adama yaklaştı. Gözleri arasında tanımlayamayacağı bir enerji akışı olmuştu sanki. Genç adamın ve kızın dudakları belki de mükemmel zamanlama denebilecek bir şekilde aynı anda birbiriyle buluştu. Tereddüt yoktu. Şaşırtıcı, ikisinin de aklında hiçbir soru işareti yokmuş gibi görünüyordu. Dudakları birbirinden ayrıldığında bakışları kimlik doğrulama makineleri gibi her milimini taradı genç adamın yüzünün. Bir belirti, bir şeyler aradığı belliydi. Genç adamsa kayıtsız tavrını koruyordu. Böylesi bir durumla daha önce karşılaşmamış olduğunu ve genç adamın onu sadece kibarlıktan öptüğünü, kibarlıktan öpmek deyimi ise çok komikti, düşünüyor bile olabilirdi. Yüzüne her saniye daha da yayılan bir hayal kırıklığıyla derin bir nefes boşalttı ve hala genç adamın ensesinde olan elini çekmek için parmaklarının arasındaki saçları bırakırken genç adam sol elini yavaşça kızın çektiği elinin üstüne koydu. Dişlerini göstermeyecek bir biçimde hafifçe kıza gülümserken hemen piyanonun önündeki pencerenin duvara vurduğunda çıkardığı tok bir ‘tak’ sesi duyuldu. Rüzgar şiddetini artırmış, perdeleri daha da fazla havalandırmıştı. Odaya doluyor, genç kızın ve adamın saçlarını da uçuşturuyordu; fakat soğuk bir rüzgar değildi. Daha çok sürdüğü oksijenli suyun etkisi azalmak için üfleyen bir hemşirenin nefesine benziyordu, nazik ve ılık.
Genç adam aynı naziklikle boştaki eliyle kızın piyano sehpasını kavrayan elinin bileğini tuttu, daha sonra eline kaydı parmakları. Yavaş bir şekilde diğer eliyle de kızın elini kavradı ve yavaşça dudaklarına götürerek minik bir öpücük kondurdu. Gözleriyse kızınkilerden ayrılmamıştı. Aynı yavaşlık ve naziklik ile kendi yüzünü kızınkine yaklaştırdı, burunları arasında çok minik bir mesafe kalınca durdu, kızın hızlanan nefes alış verişleriyle boşalttığı havayı içine çekti, gözleriyse kızın gözlerindeki kendi yansımasındaydı. Gözlerini kapatıp alnını kızın alnına, burnunu kızın burnuna dayadı. Bekle. Bekle. Biraz beklesin. Sabret. Yarım dakika bekle. Yaklaşık yarım dakika sonra dudaklarına kaydı dudakları. Sol elinin ince uzun kemikli parmakları kızın ensesini kavrarken sert bir şekilde öpmüyordu onu, yumuşak, sanki kız çok ince bir camdan yapılmış da kırılabilirmiş gibi. Öpüşmelerini kesmeden genç adamı sırtı piyanoya gelecek şekilde ittirerek döndürdü genç kız. Genç adam tam olarak sırtını piyanoya verip başını yasladığında genç kız da ona yetişebilmek için piyano sehpasında dizleri üzerinde duruyor elleriyle de piyanodan destek alıyordu. Arada kıpırdamalarının neden olduğu birkaç nota havaya karışıyordu. Dışarıdan ani fren yapan bir arabanın sesi ve arkasından düzinelerce korna sesi duyuldu, ikisi de aldırış etmedi. Şu an orada daha önemli bir işi vardı genç adamın. Başını yasladığı yerden kaldırarak doğruldu genç adam. Karşısında duran kız duruş pozisyonu itibariyle ondan otuz santim daha yukardaydı. üazgarın havalandırdı ince mavi gömleğin minik beyaz düğmelerine yöneldi parmakları. Serbest bırakılmayı bekleyen yanlışlıkla tutulmuş mahkumların salık emri verildiğinde hücrelerinden bir çırpıda çıkmaları gibi açıldı düğmeler. Hepsi değil, alttan iki- üç tanesi. Genç adam açılan gömlek eteklerini kızın belinden geriye doğru sıvarken genç kız da sağ eliyle okşuyordu adamın elini hafifçe. Yüzünü kızın vücuduna yaklaştıran genç adam vücut losyonunun kışkırtıcı kokusunu duyumsadı. Kızın göbek deliğinin bulunduğu noktanın hemen altını öptü, teni bebek tenleri gibi pürüzsüzdü. Kızın bacaklarını hafifçe kavradı ve sehpanın üzerinde kayarcasına yavaşça döndü, ta ki piyanoya sırtı denk gelen genç olana kadar. Kız ellerini genç adamın omzuna koyarken genç adam hafifçe yaladı biraz önce dudaklarını ayırdığı yeri. Kız minik bir inilti koyverdi, başı istemsizce arkaya düşerken. Genç adam ayağa kalktı, parmaklarını iyice açarak kızın rüzgarda uçusan saçlarının arasına geçirdi, kızın üstüne eğilirken dudakları boynuna yöneldi. Genç adamın ıslak öpücükleri saten insanın teninden nasıl kayıyorsa öyle kayıyor, iç gıdıklayıcı bir his de bırakıyordu büyük ihtimalle, genç adamın düşüncelerine ve tecrübelerine göre öyle olmalıydı. Ellerini kızın uçuşan saçlarından çekti, göğsünde gezen elleri kedi patilerini andıran kızın elerini kavradı. Rüzgar genç adamın da yüzüne vuruyor, inanılmaz derece de bir rahatlık hissi uyandırıyordu insanda. Başındaki açık kumral ormanın bütün ağaçlarını yalayarak orada bir gezintiye çıkıyor, sonra ormanı terk ediyordu arkasında bir özgürlük imi bırakarak. Ellerini kavradığı kızın kollarını bir kuşun kanatlarını açması gibi yanlara ve yukarı doğru açarken parmak boşluklarına parmaklarını geçirdi, kızın kollarını piyanonun üst kısmına yasladı. Burnunu kızın çenesine hafifçe sürterken kızın uzun saçları da rüzgarın etkisiyle salınarak kızın yanaklarını ve genç adamın yüzünü yalıyordu. Öpüşleri kızın üstten açık olan düğmelerinin bulunduğu kısma doğru kayarken kızın ağzından minik bir inilti daha çıktı. Ellerini kızın ellerinden çekerek belini kavrayarak doğrulmasını sağladı kızın. Yine kızı yönlendirerek yüzünü pencereye, sırtını kendisine dönmesini sağladı. O sırada piyanodan tiz bir do yükseldi. Dirseklerini piyanonun tuş duvarı üzerine yasladı genç kız kollarının geri kalan kısmını da teller üzerine sarkıtmıştı. Kızın rüzgarda uçuşan saçlarını eliyle sağa doğru topladı genç adam genç kız dirseklerini piyano duvarından çekip doğrulurken.. Ellerini kızın saçlarından çekip kollarını kızı tamamen kavrayacak şekilde göğüs hizasından sarılırken açıkta kalan boynunda kaydırdı dudaklarını, öpmedi, kaydırdı açık ağzını boynunun sağ tarafından. Oradan da kulağına çıktı aynı şekilde.
| |
|
Roxanne wicked witch of the web
Mesaj Sayısı : 303 Kayıt tarihi : 16/01/12
| Konu: Geri: D'Artagnan, Achille S. Cuma Ocak 20, 2012 7:30 pm | |
| Achille S. D'Artagnan, tanınmış kişi, şöhret puanı 20. New York'a hoş geldin! | |
|