Lleseina Carreño Martinéz columbia i. sınıf
Mesaj Sayısı : 27 Kayıt tarihi : 26/01/12 Nerden : Kolombiya
| Konu: Lleseina böyle doğdu Cuma Ocak 27, 2012 12:28 pm | |
| Okul açılmadan üç gün önce.
Yüzünün burnunun altındaki kısmının büyük çoğunluğunu kocaman kıllı bir örümcek gibi kaplayan kara kapkara bıyığıyla gurur duyan, sinirlendiğinde koskoca bir kıtayı beşik gibi sallayıp deviren; şişko bir yağ tulumu, bencil, düşüncesiz, kafasız bir adamdı Lleseina Carreño Martinéz’in üvey babası. Koca bir kıtayı sallarken, yapış yapış bir haziran gecesinde Çingenelerin arasından yedi yaşındayken çekip aldığı yağlı kızıl saçlı, kirden siyaha bulanmış bembeyaz yüzlü kız ergenliğe girmiş bir kızla baş edememişti. O koskoca Rodrigo Alvarado Martinéz’in kendisini evlat edinerek hayatını kurtardığını unutup eve uğramamaya, sarhoş olup olmadık yerlerde sabahlamaya, sosyetenin arabalarını çizmeye, bankaların camlarını kırmaya, ufak tefek soygunlara başlamıştı. Zengindi, çok zengin. Kolombiya’nın hatta Latin Amerika’nın en zengin adamının kızıydı ve babası hiçbir zaman kızından esirgememişti varlığını. İlk aklı salim kimsenin girmeye cesaret edemeyeceği sokaklarda, Rodrigo’yu arkasına alıp dolaşmaya başlamıştı. Terk edilmiş, camları isli çoğunlukla camsız, boş mu boş, ürkütücü mü ürkütücü, ıssız mı ıssız tuğlaları gözüken binalardan gelen ev yapımı susturucuyla, yastık, bir anda varlıktan yokluğa geçen bedenlerin yere düşerken çıkardıkları tok sese, merdivenden yuvarlanan bir adamın kemikleri kırılırken çıkan sese, kadınların karşı koyma çığlıklarıyla göğe yükselen inlemelere, muhtemelen kaçırılmış küçük çocukların can hılaş bağırışlarına artık tepki göstermemeye başladığında on beş yaşındaydı, hayat onun için küçük bir güç gösterisinden başka bir şey değildi artık. Yolunu kesip önünde reveransta bulunan turuncu tenli, iri kıyım dazlak adam ona bir silah edinmesini söylemişti. Ateşli bir silaha ihtiyacı yoktu Lleseina’nın, bir çakı en iyisinden bir İsviçre çakısı işini görürdü adama göre. Sadece göstermelik olacağından yanında tirbuşon bulunması da pratik olabilirdi. Hemen ertesi gün en parlağından, en iyisinden, en pahalısından, en gösterişlisinden, en kırmızısından bir çakıyı cebine atıp dolaşmaya başlamıştı. Alışveriş merkezleri dışında her yere okula bile yanında götürüyordu. Lleseina Carreño Martinéz olarak başı bile okşanmadan, kendi kurallarına koymak için erken olgunlaşarak büyümek, Sandra Walschofer olup sevgi kelebeği iki ebeveynin elinde, Barbie bebeklerle, çocukluğunu yaşayarak büyümekten iyiydi. Çok kısa bir süre Mandalina olduğu dönem bu ikisinden kat kat kötü, pis ve iğrençti. Sandra asla sadece adını söyleyerek insanların önünde tir tir titremesini sağlayamazdı, Mandalina ise sadece bir oyuncak, maskot, maymun, şaklabandı zaten. Lleseina ise tanrıçaydı, ilahtı, haşmetliydi, kurallar koyardı, cezalar verirdi, büyüktü. Kesin bir çizgiyle ayrılıyordu diğerlerinden. Üç hayatının da ortak özelliği hep çok güzeldi. Hep dümdüz kızıl saçları, kar beyazı ve ipek yumuşaklığında bir teni olmuştu. Vücudu büyümeyi, patlamayı tamamlandığında bir kadın için yeterli boyu, uzun ve biçimli bacakları, yuvarlak kalçası, dümdüz bir karnı, pek de büyük olmayan memeleri vardı. Doğduğunda Sandra’ydı. Ailesiyle çıktığı Kolombiya-Brezilya tatilinin Bogota ayağında, henüz beş yaşındayken sarhoş Çingeneler tarafından kaçırılana dek minik Alman kızı Sandra; Rodrigo Alvarado Martinéz’in Santiago’ya uçmak için havalimanına gidiş yolunda rengârenk Çingene kafilesinin arasında gördüğü altı-yedi yaşlarındaki kızı genç bir oğlanken âşık olduğu turist kıza benzettiği için bir miktar para verip alana kadar da şaklaban, turuncu kafalı, maymun kıçı, Mandalina olmuştu. Sonrası ise parlak, harikalar diyarı, kraliçe Llesina’nın harikulade dönemi. Yıllar önce Rodrigo’yu aldattığı için öldürülen annesinin soyadı da verilmişti kıza. Tam bir Kolombiya vatandaşı, Kolombiya aksanlı harika İspanyolcasıyla Lleseina Carreño Martinéz böyle doğmuştu. “Lleseina! Ne bok yemeye araba galerisi yaktın sen? Daha öncekileri göz ardı ettim, ıslahevine gittin olmamış gibi davrandım ama artık yeter. Uçak biletin hazır. Okul işlemlerini de hallettim. Evin hazır. Amerika’ya gidiyorsun. Uslu durmayı, babanın adını kullanmadan yaşamayı öğrenene kadar Kolombiya’ya adım atmıyorsun. Banka hesabında fazlasıyla para var, maddi her şeyi yine ben karşılıyorum. Bavulunu hazırla. İki günün var, kalanları ben yollarım. Bok çukuru Amerika’da basit bir Latin kız olmak nasılmış gör!” Latin aksanlı komik İngilizcesiyle, göçmen statülü Lleseina Carreño Martinéz ise böyle doğdu. Artık ne tanrıça ne bir şeydi. Ne basit bir göçmenden başka bir şey ne de biriydi. Kimliğini kaybetmiş, ölmüş yok olmuştu. Çin mahallesindeki Asyalılardan tek farkı zengin oluşuydu ve Lleseina parayı değil kudretini seviyordu. Göçmen Lleseina da, Kolombiyalı Lleseina da çok içiyordu, saldırgandı, sadistti, okuduğu her kitaptan kan dolu satırları özenle çıkarıp zihninde depoluyordu. Hala umursamaz, yalnız bir kızdı. Ama artık güçsüzdü. O zamana kadar yalnız olduğunu hiç fark etmemişti. Evin hizmetçileri bile hoşça kal dememişti ona, yalnızdı. Manhattan’daki bir barda ne içtiğini bile umursamadan deyim yerindeyse fıçıyla içtikten sonra sokaktaki çöp kutularına kusmaktan yorulup kalın mantosuna sızdığı sokak lambasının altında kimse onu fark etmemişti. Tahminine göre gece yarısından sonra üçte bardan çıkmıştı ve şimdi saate baktığında saat dokuzdu. Takım elbiseli, ellerinde kahvelerle koşuşturan adam ve kadınların, sırt çantalı öğrencilerin caddeyi boğduğu saatler çoktan geçmişti ve kimse onu görmemişti. Ya insanlar sızıp sokak lambasının, trafik ışığının, lüks mağazaların tentelerinin altında uyuyan kusmuk kokan gençlere alışıktı ya da gerçekten görünmez olacak kadar hiçti burada. Lambaya tutunarak ayağa kalkmaya çalıştı, çizmesinin topuğunu kırdığının farkında değildi dengesinin bulamayıp kafasının direğe vurarak yere düştü. Birkaç başarısız denemeden sonra çizmelerini çıkartıp yola fırlatmıştı. Ceplerini karıştırdı, cepleri tamdı ama çantası yoktu ortalıkta. Ev anahtarı, telefonu, ve kredi kartları mantosunun iç ceplerindeydi her zamanki gibi. Biraz nakit ve kız parfümü gitmişti sadece. Bir de çanta tabii, her mağazada bulunabilecek pahalı bir çantaydı yalnızca. Gitmesi iyi olmuştu. Sarhoş bir ördek gibi yürümeye başladı. Dün geceyle ilgili hiçbir şey yoktu aklında, bara gitmiş, tabureye oturmuş bir şişe vodka bitirmiş ve… O kadar. Kaldığı apartman dairesi yalnızca birkaç yüz metre ilerideydi ve yürüyebilirdi. Bir mağazanın camındaki yansımasına bakıp kendine küfretmeye başladı. Opak mavi külotlu çorabı, kısa kollu mor elbisesiyle oldukça sevimliydi aslında. Goz altları simsiyahtı, biraz alkol biraz akmış göz makyajı. Kendine acıdı. New York’taki ilk günüydü ve ilk uykusunu kaldırımda uyumuştu. Aferin Lleseina, iyi hat ettin.
| |
|